Canım hocam sevgili Kevser Yeşiltaş ile çok değerli söyleşilerimize devam ediyoruz. Şimdi son çıkış; SON ÇIKIŞ!

Ahir zamanda insanlar daha agresif, nasıl korunabiliriz hem negatif tesirlerden hem kalbimizi imanımızı nasıl koruyabiliriz?

Selamlar dilerim değerli okuyuculara. Ramazan mübarek olsun. Tüm İslâm Alemine ve tüm dünya insanlığına. Ahir zaman kelimesi tüm zamanlar için geçerli aslında. Artık hakikatleri söyleme zamanı geldi sanırım. Zaman cevherini, ahir zaman, kıyamet zamanı, uyanış zamanı, savaş zamanı, barış zamanı diye tanımlama yapmak tamamen insani bir ihtiyaç. Biz aslında ister istemez zaman cevherini bölümlere ayırıp, içimizi rahatlatmak için tanımlar koyuyoruz. Hakikatte Ahir zaman her zamandı. Her zaman Ahir zamandır. Olayların hızlanması zaman enerjisinin yoğunluğunu arttırmasından kaynaklı. Bir yere yetişmeyeceğiz. Bir sonuca varmayacağız aslında. Büyük bir değişim ile farklı bir evrede devam edeceğiz ediyoruz ve etmekteyiz. Yeni bir bin yılın başlangıcı başladı bile. Yeni bir bin yılın ilk günlerindeyiz. Şu an yaşadığımız çalkantılar, kaos durumu tamamen algısal bir durum. Her zaman vardı. Dünya tarihinde her zaman bu tekrarlandı. Ancak haberimiz yoktu. Şimdi daha fazla haber alıyoruz haberimiz oluyor ve bu bizde olayların hızlandığına dair yapay algıya sebep oluyor. Stresimiz daha artıyor, daha fazla agresifiz, daha fazla korkuyoruz, daha fazla meşgulüz. Daha doğrusu dünyasal bilincimiz çok kalabalık. Bu kalabalıklığı önlemenin tek yolu da günde on beş dakika kendimize zaman ayırabilmek. Korunmanın tek yolu kendimize ait bir zamanda, her şeyden soyutlanarak, tamamen doğaya yönelmek, kuşların sesini duymak, gökyüzüne bakmak, bulutları seyretmek, ağaçların rüzgarda çıkardığı sesleri işitmek, güneşin doğuşunu ve batışını seyretmek olmalı. Yeni bir bin yılın ilk zamanlarında insanların teşevvüş yaşamaları çok normal. Çünkü adaptasyon dönemi. Ne yapacağımızı şaşırmış durumdayız. Ancak bu şaşkınlık çok fazla zarar veriyor bizlere. Yeni zamanın yeni enerjisi, eski bedenlere ağır geliyor. Çünkü alışmışız miskinliğe, alışmışız hazır ilme, alışmışız ezbere, alışmışız tekrara. Yeni zamanın yeni enerjisi hareket sağlıyor, vicdanları sarsıyor, içte ne varsa dışarı çıkartıyor, elinle tuttuğunu toza çeviriyor, yenilir yutulur bir şey bırakmıyor. Yeni zamanın yeni enerjisi kalplerden ilmi çıkartıyor, akıtıyor. Ezbere ve tekrara alışmış insanlar, içlerinden gelen bu enerjilerin ne olduğunu anlamakta zorlanıyor. Büyük bir kaos yaşanıyor. Yeni zamanın yeni enerjileri baskı yapıyor, zorluyor, ısrar ediyor. Değiş diyor. Değişmeyenler kalamayacak ayakta diyor. Bu yüzden kendini dünyadan resetleyenler, kendi hayatlarına ve sevdikleriyle beraber buradan göçüp gitmenin bir yolunu arıyor.  Dünyadan gitmek kolay ama gittiğin yerde de benzeri var hatta şartsız şekilsiz, bunu kimse bilemiyor. Dünya hayatında durum giderek daha ciddileşiyor. Zira maskelerin düştüğü eşya hakikatinin göründüğü zamanlardayız. Artık furkan boyutuna geçiş yapıyoruz. Furkan boyutu iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, faydalıyı zarardan ayırmanın boyutu. Yani kısaca rahmani olanı bulma zamanı. Şerden uzak olmanın zamanı. Nasıl olacağı da herkesin kendi ruhundan kalbine akan o ilimde. Herkes bu mesajı alıyor. Görmezden geldikleri kadar huzursuzlar. Arkaya attıkları kadar agresifler. Sadece işitmeleri ve kalplerine akan ilme kulak vermeleri yeterli.

Gözümüzün gördüğü her yerde Allah’ı yarattıklarında görebiliyoruz, görmeden de O ‘nu biliyoruz, tüm hücrelerimizde hissediyoruz, teslimiyette akışta kalıp olan her şeyin aslında hayrımıza olduğunun idrakine nasıl varabiliriz?

Her zerrede Rabbin esmalarına şahit olabilmek için basiret gözünün açılması gerek. Dünya nüfusunun çok ama çok az kısmı bunu görebiliyor. Geri kalan insanlar sadece bakıyor ancak göremiyor, baktığı şeylerin beyinlerinde oluşan şekline göre de tanım yapıyor, eşya, obje, meta ve doğayı kendi şuuru doğrultusunda algılıyor. Eşyada hakikati görebilmek hem basiret gözünün açılması hem de Ayn’el Yakınlık demektir. Bilmek başka. İlmel yakınlığı zaten herkes kurabilir. Bilmek ayrı, görebilmek ayrı bir ilim gerektirir. Görünenin ardını görmek de başka bir gönül zenginliği. Olanın bitenin idrakine varıp, kendi için mübarek olup olmadığını anlaması hemen gerçekleşmeyebilir. Zaman geçecek, olayın iç dünyasında yaptığı etkiyi hazmedecek, bunu ilme dökecek, kendiyle hesap edecek ve tefekkür ederek bir sonuç çıkaracak. İşte o vakit hayra olup olmadığı ortaya çıkacak. Bunu yapabilmek de bir yetenek. Ayrıca zaman var mı o da bu kişinin hayatındaki kalabalığa bağlı. Çok hareketli zamanlar geçiren kişilerin zamanı olmayabilir. Bu yüzden akıp giden hayat tarzlarımızda maalesef kendimize zaman ayırmamız mümkün değil artık. Tefekkür ederek başımıza gelen olayları bile hesabını yapamıyoruz. Burada yapılabilecek en güzel şey insanın umudunu Rabbine bağlaması. Eğer umudunu Rabbine ve yüce aleme bağladıysa, o vakit zamanın rölativitesi ile karşı karşıya kalır. Zaman artık 24 saat değildir o kişi için. 24 saat diliminde bir aylık bir zaman evresi yaşayarak tüm icapları yerine getirebilir, hesabı yapabilir, vicdan hesaplaşmasını yapabilir tefekkür dahi edebilir. Zaman tamamen bize kodlanmış bir bilinçten başka bir şey değil. İnsan zaman içinde zamanı talep ederek, zamanı eğip bükerek, umudunu da yüce plana bağlayarak birçok işi kısa zamanda bitirebilir. Ancak umudunu maddiyata bağlayan, malına mülküne bağlayanlar için zaman dünya zamanından ibaret olacaktır.

Bazen dinlediğimiz müzik frekansımızı yükseltiyor klasik müzik, ney sesi bizi içimize döndürüp bir huzur veriyor sanki, bir tebessüm beliriyor gözlerimizi kapatıp dinlerken, bu içsellikle özümüze mi varıyoruz aslında bir küçük bağ mı kuruyoruz?

Müzik evrensel bir dil. Bir lisan. Belli frekans aralıklarıyla sesin ortaya çıkışı bilincimizde ve iç dünyamızda bir yankı meydana getiriyor. Ancak müziğin hangi frekansta olduğu da önemli. İç dünyamızda meydana getirdiği yankı, geçmiş travmaları yüzeye çıkarıp bizi hasta edebilir, ya da şifalandırabilir. Ney sesi elbette ki bizim kültürümüze en yakın ses. Kadim zaman ustaları ney sesinin ruhun tınısına en yakın frekansta olduğunu söyledikleri için biz de ney sesine daha fazla güveniyoruz. Ney sesi ile içsel dünyamızdan ruhumuzla kurduğumuz bağ çok önemli. Çünkü ney sesi beynimizde bulunan epifiz bezimizdeki salgıyı arttırır ve bedenimiz de şifalanır.

Zor zamanlardan geçerken dengede kalabilmek için daha fazla zamanı doğada geçirmek bir çiçeğin açmasını izleyebilmek, karıncaların çalışkanlığını fark edebilmek aslında var oluşa düzene hayran olmamak elde değil, biz hayatımızda bu bilinci nasıl yansıtabiliriz?

Daha çok kendimize vakit ayırarak. Çünkü insan en çok kendinden uzaklaşmaya başladı. Sonra ailesinden uzaklaşmaya başladı ve daha sonra da insanlardan uzaklaşmaya başladı. Madde karanlığına bu kadar gömüldüğümüz, kendimizi sadece bedenden etten kemikten olarak gördüğümüz bir dünyada yaşıyoruz. Ve sürekli korkutuluyoruz. Uçak düştü, aile içinde katliamlar, deprem oldu, deprem olacak, su baskını olacak, yangın çıktı, volkan patladı, tsunami oldu gibi haberlerle sürekli etki altına alınıyoruz. Ortaya salınan korkunun tek bir hedefi var. Senin insani duygularını yok etmek. Çünkü duygu insanı insan yapan yegane cevher.  Sana hal yaşatan senin duyguların. Eğer duygularını kaybedersen keyif alamazsın yaşamdan, haz alamazsın ve büyük bir bunalıma girersin ve bu dünyanın bir tadı olmaz. Gelişimin, yükselişin, ilmin de eksik olur. Yaşadığın her şey senin gönlünde ve senin kalbinde bir etki meydana getiriyor. İşte bu insan olmaktır. Ancak, gidişata baktığımızda, dünya kısa vadede iyiye gitmiyor. Ancak uzun vadede hayra yönelik bir gidişat var. Çünkü, sonsuz olasılıkların olduğu bir alemde, herkes bu olasılıklardan birini seçiyor. Ortaya bu zaman diliminde yaşananlar çıkıyor. Kısa vadede görünen, savaşlar kıtlık vahşet katliam, bozulan aile düzeni. Ancak uzun vadede hayra yönelik tüm gelişmeler. Çünkü Allah istemese yaprak kıpırdamaz. Ancak umudunu yüksek ilahi merciilere bağlayanlar ayakta ve hayatta kalabilecek. Bu dünyada sadece ve sadece huzurlu yaşayabilmenin tek şartı bu oldu. Iman üstü imana geçmenin zamanı geldi. Çünkü imanların zayıfladığı bir zamandayız. Inançlar köreltiliyor. Imanlar zayıflıyor. O halde yapılacak şey iman üstü iman boyutuna geçebilmek.

Dünyayı büyük bir hızla kirletiyoruz Rabbimizin bahşettiği kaynakları akılsızca tüketiyoruz nasıl uyanabiliriz?

Dünya bir anda bir silkelenir ve her şey yeniden temizlenir, yeniden yaratılır, yeniden tazelenir. Bu dünya ve dünyayı yöneten ilahi sistem için hiç de zor değil. Bence insan bu yenilenme ve tazelenmede ne halde olur onu düşünmemiz gerek. Dünya çok zengin bir gezegen. Ve ilahi sistem de dünya gibi çok kaliteli bir gezegeni öyle insanın nefsine bırakmaz. Haddi aştığı anda yeniden düzen kurulur. Binlerce on binlerce yıl boyunca kaybolan kavimler vardı. Bizden çok çok daha gelişmiş medeniyetler vardı hepsi kaybolup aniden yok olup gittiler. Haddi aşana haddi bildirilir. Bu kadar söyleyebilirim. Bence her insan kendini sorgulamalı. Herkes kapısının önünü temizlese dünya tertemiz olur. Dünyamız çok kıymetli bir gezegen. Yer altı ve yerüstü zenginlikleri de muazzam. Dünya sekiz milyar insanı değil, on sekizmilyar insanı da doyurmaya gücü yeter. Allahın rızkı ledün katından her gün çıkıyor. Gökyüzü orduları belli bir sınıra kadar getiriyor. Yeryüzü orduları bu rızkı tüm insanlara eşit olarak pay ediyor. Fazla fazla nimet her gün bize nasip ediliyor. Eğer kendisine bu rızık ulaşmıyorsa, bunun için yüce planları ve ilahi orduları değil, kendi dünyamızdaki beşerleri sorgulamamız gerek. Rızık her an bize ulaşıyor. İlim ve nimet her an bize ulaşmakta.

En çok huzura ihtiyacımız var sanırım neler yapabiliriz içsel huzurumuz için?

Bizler sosyal insanlarız. Sosyalliğe ve aile kavramına adapte olan bir yapımız var. İç dünyamızın huzur bulması için çevremizdeki ve ailemizdeki insanlarla dialoglarımızın da sağlıklı olması gerek. Çünkü iç içeyiz. Eski bin yılda, yani geçmiş eski bin yılın mutluluk arayışları mal mülk ve meslek ille ilgiliydi. Yani bir kişinin evi arabası ve ekonomik düzeyi iyiyse beni mutlu eder anlayışı vardı. Şimdi yeni bin yılın arifesinde bu değişim gösteriyor. Artık insan olma kıstası değişti. İnsan olabilmek için o kişinin diğer kişilerle arasındaki bağı nasıl. Nasıl bağ kuruyor. Nasıl davranıyor ailesine arkadaşlarına. Ayrıca hayvanlarla ve doğa ile ilgili davranış ve düşünsel boyutu nasıl. Bu çok önemli çünkü bu kişi yarın size de aynı davranışları gösterecek. Evinizin ya da maddiyatınızın iyi olması, ailedeki çatışmanın bitmesine engel olamayacak. Bu yüzden önce bir insanın doğa ile bağı, ailesi ile bağı ve çevresi ile bağı hatta iş ortamındaki diğer insanlara olan saygı ve sevgisi ne düzeyde bu çok önemli. Bağ kurabilen, iletişim kurabilen insan huzurlu olabilir. Doğayı sevmiyorsa, hayvanlara zulüm ediyorsa, ailesiyle çatışıyorsa bu kişi huzursuzdur ve kimseyi de mutlu edemez. İnsan olmanın kuralları doğru olmaktı. Ancak yeni bin yılda artık dosdoğru olmak hedefinde. Hedefi dosdoğru olabilmek. Özü sözü bir olabilmek ve kendinden gayrı diğer varlıklarla iletişimi ve bağ kurmasına dikkat edilmeli. Kurduğu bağ ne kadar sağlıklıysa kişi o kadar huzurludur ve ailesini de huzurlu kılar.